Wednesday, June 9, 2010

Uzun bir kış, aylardır süren f-tipi tecrit döneminden sonra yine bazı gözlem, tespit ve ilgili yorumlarımla tekrar karşınızdayım. Bir süre sonra bu tespit ve gözlemlerin, 'bura'ya iyice alışmam ile beraber sıradanlaşmaları ve kendilerini tekrar etme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları yüzünden yazmam için bir neden de kalmamıştı. Fakat, uzun bir kış ve sosyal izolasyonun ardından yeni bir başlangıç yapıyormuşum gibi hissetiğim için bir küçük deneme yapayım istedim.

Ciğerlerimize dolan ağaç, çimen, çiçek ve at boku kokuları içinde burdaki kardeşlerimizin peşine takılarak sokaklara çıkmış bulundum. Şehirin içi ana baba günü. Bir de fazladan bir sahne kurma süsleme püsleme var ve bir festival havası hakim. Cancan'dan sonradan duydum ki -Prenses mi ne- evleniyormuş. LOVE 2010!!! Garipsiyorum ve bir alien bir outcast gibi hisssediyorum kendimi. Anlamaya çalışmak nafile tecrit hayatı sosyal davranışları algılama ve empati yeteneklerimi yok etmiş olsa gerek.

Bir de şehirin tam ortasında dolaşan hafriyat kamyonları var. Sadece şehirin içinde değil tüm ülkenin her sokağında. Hafriyat kamyonları içine tıkışmış onlarca ergen bira kokularını sala sala, bangır bangır ve de bağıra çağıra etrafa rahatsızlık saçmakta. Neden? Liseden mezun oldular da ondan. Peh! Buyrun izleyin:



Her ne kadar bu davranışı doğal ve de sağlıklı bulsam da bu gençlere şöyle bir mesaj iletmek isterdim:

Monday, December 21, 2009

Spotify

Eksponansiyel olarak ilerleyen teknolojik gelişim yüzünden günümüz insanı yaşam süresi içinde alışkanlıklarını bir çok kereler değiştirmek durumunda kalıyor. 90'ların ortalarına kadar kaset almak (veya arkadaşlardan çekmek için 1.30 saat uğraşıp), şarkı değiştirmek için başa sarmak hiç zor gelmiyorken,

CD'ye terfi ettiğimiz anda geriye bakıp prehistorik 90'lı kendimize şaşıp kaldık. Nası uğraşıyorduk o kasetle yahu. Fakat bu sefer de sahtecilerden cd bulmak için yollara düşmek ve hala müzik marketlerin rafları arasında saatler harcamak gerekiyordu. Hayvan gibi diskmanlerimiz ve CD çantalarımızı hammal gibi taşıdık.

Dial-up ile birlikte (bir süre sonra) mp3 çıkageldi. Napster vardı hatırlarsanız. Sonra o iş dallandı budaklandı tabi. Bazılarımız P2P'nin kurdu oldu. ADSL ülkemize teşrif etti. Bi süre sonra kimse CD falan almaz oldu. MP3 playerlar patlayıverdi. Geriye dönüp tekrar baktığımızda müzik dinlemek için çektiğimiz zahmetlere inanamaz olduk. Yine de bu iş o kadar kolay değildi. Yok istediğin müziği bulucan gelen virüslerle pop-uplarla uğraşıcan. Müziğe ulaşmak hala zahmetli bir işti. Tabi işi bilenler bir süre sonra kolay yollarını öğrendi. Ama hala geniş bi arşivi yanımızda taşımak için GB'larca ağırlıkta manevi yoğunluğu yüksek pahalı mp3 playerları taşımak durumunda idik. Binbir zahmetle indirilmiş taglenmiş, düzenlenmiş mp3'leri itinayla büyük mp3 playerlara aktarmak hala bir işti.

Şimdi ise başka bir döneme giriyoruz. Müzik endüstirisi artık kimseye eski yöntemlerle müzik satamayacağını en sonunda anladı. Youtube ve diğer streaming bazlı video|müzik siteleri anlamalarına çok yardımcı oldu tabi.

İşte Spotify bu streaming bazlı oluşumların benim bilgim dahilindeki en geniş arşive sahip olan, en düzenli, ses kalitesi en yüksek ve en user-friendly bir örneği. Artık dinlemek istediğin parça-albüm-sanatçı düzenli bir şekilde (genre,şarkı isimleri,albüm kapakları, yayın tarihi,plak şirketi v.s.) bir search string kadar uzağında. İşin en çılgın tarafı ise 3g'li cep telefona bir app olarak yüklenip tüm arşive mobil olarak 7/24 erişim sağlıyor. Şimdiden "ulan bu kadar mp3'ü nasıl indiriyoduk vay anasını" demeye başladım bile.

En önemlisi ise bu servis bedava. Evet bedava. 3-4 şarkıda bir verilen reklamları dinlemesi hariç kullanıcıdan başka bir şey beklenmiyor. Reklamlara gıcık oluyorsan paralı üyeliği de seçebiliyorsun tabi. Maalesef, şimdilik sadece bazı avrupa ülkelerinde faaliyette. Diğerlerini bilemicem ama İsveç'te spotify kullanmayan yok gibi. Neyse, daha fazla detay vermeyecem, başlığa tıklayıp siteye yönlenerek detaylı bilgi edinilebilir. Bir sonraki başlığımızda bu programı güzel ülkemizden nasıl deneriz bunu işleyecez. Esen kalınız.

Spotify Demo Video from Nick O'Neill on Vimeo.

Monday, November 23, 2009

Stekt Inlagd Strömming (Kızartılmış Ringa Balığı Turşusu)

Yemek tarifi bloglarından geçilmeyen şu günlerde buradan yemek tarifi vermek ilk başta sıradanlığın ve taklitçiliğin bayrakçılığını yapmak gibi gözüküyor olabilir. Fakat, bu tarif benim için çok değerli. Neden txt şeklinde kaydedeceğime bloga yazmıyorum dedim. Hem okuyanlar da yapmak ister, malzemeleri bulamaz merakından çatır çatır çatlar, havam olur diye düşündüm. Aslında bu şey buraların ucuz bir yemeği, normalde çiğ balıktan yapılan turşunun çakmasıdır. Ama benim o kadar hoşuma gitti ki en az ayda bir zahmete katlanıp yapıyorum.

Malzemeler:

1/2 kg ringa balığı [(en) herring , (se)strömming]
1 çay bardağı kepekli un
yeterli miktarda tereyağı
az bişey tuz
az bişey hardal
1 çay bardağı ince kıyılmış dereotu
3 çay bardağı su
1 çay bardağı ättiksprit (12%)( buranın bi garip sirkesi)
1 küçük kırmızı soğan
2 çay bardağı toz şeker
20-25 adet çekilmemiş karabiber

Hazırlanışı

Kılçıkları ve kafaları ayıklanmış ringaları güzelce yeteri kadar tuz ile tuzlarız. İki adet alıp sırtları dışa gelecek şekilde sandviç şekline getirip arasına hardal ve dere otu süreriz. Bunları daha sonra kepekli una bulayıp kızgın tereyağında kızartırız.Dere otunun yarısını kullanıyoruz. Diğer yarısı şerbet için.


Diğer bir tarafta şeker, su, ättiksprit, karabiber, dereotunun diğer yarısı ve hilal şeklinde doğranmış kırmızı soğanları derin bir kapta iyice karıştırırız. Kızarmış ve soğutulmuş balıklarımızı bu karışımın içine atıp buzdolabında 15-24 saat bekletiriz.

Afiyet olsun.

Wednesday, November 4, 2009

Om jag var en Turk



Lyrics:

If I was a Turk
only for a day
Would walk around and stretch me
although I am so fucking weak

I rob people with my knife
I give the Swedish girls, HIV
yes I am a stupid blatte
and I drink a café latte today

If I was a Turk
I might understand
how it feels to be hetstig
How it feels to be more and better than

I drive BMW
and have too much hair gel
I dress in white robes
and the shoes are of leather
And I have a lot of bling bling on

I am always looking for trouble
I break in other languages
Breaking it is given
Although I lived in Sweden for life

I'm damn fast
When I bake kebab
with my hairy arms
that smells old intestines

We are the people in group
We are a cowardly little troop
we must always be many
then nobody can catch us

Suburbia is my home
I have a super hairy limb
yes, I roar and I scream
When I betray my country
no wonder I did not stay


It is a bit late for me to change my mind
I am who I am, is it not okay?
I am who I am, and always will va

For I am a Turk
a cowardly fucking crook
No one can understand
how it makes me feel
that must always act so tough

I hate my hair
my life has large wounds
I do not want to carry a knife
I do not want to give the girls HIV
but I have no choice
for I am a Turk

Sunday, November 1, 2009

unboxing

Dikkatlerinizi yeni bir kavrama doğru çekmek niyetindeyim. Aslında bizim jenerasyonun lugatında 2-3 yıl demek artık antik demektir ama bu kavram en azından benim için yeni.

Unboxing videos. Eğer youtube'e girip "unboxing" yazarsanız allah bilir kaç video çıkıyodur ama çok çıkıyor yani. Bu tip videolarda insanlar yeni aldıkları bir malı kutusundan çıkarıp parçaları tek tek kameraya gösteriyolar. Teknolojik ve pahalı malların videoları çoğunlukta. Her parçayı tek tek çıkartıyor, gösteriyor takıyor kuruyor birleştiriyorlar. Bazıları bu işi o kadar güzel yapıyor ki o yenikokusu burnuma geliyor valla. Her ne kadar o malı almak isteyenler için bir ürün değerlendirmesi gibi pratik bir nedene hizmet ediyor gibi görünse de, bir taraftan da size küçük bir zaman dilimi içinde yeni bir şey almış olmanın mutluluğunu ve hazzını yaşatıyor demeyeyim de simüle ediyor diyeyim.
Şurda bununla ilgili bir makale var.Daha az vakti olanlar için de burda bir örnek var.Bu örnek bu işin bayağı profesyonelliğe dökülmüş hali. Amatörleri daha sıkıcı ama bazen komik olabiliyor.

Sunday, October 18, 2009

müşteri hizmetleri

Cumartesi gecesi saat 23 sularında ders çalışmaya kıvranırken, bir ayak yoluna varayım da hacet gidereyim dedim. Hacetimi gidertikten sonra sifonu çekmem ile duş giderinden siyah bir canavarın fırlaması bir oldu kardeşlerim. Duşun içinde siyah sular, kahve rengi partiküller yüzüyor olduğu gerçeği bir yana, etrafı saran dayanılmaz 50 senelik kanalizasyon kokusu,bütün herşeyi son dakikaya bırakmamın zaten alt üst ettiği ruh halimi daha da bir allak bullak etmişti. Hafta sonu idi. Tualetsiz ne yapacaktım 2 gün. Peki bu koku, oh bu koku yok muydu?
Çaresizce ne yapacağımı düşünürken bir yarım saat, bilemedin bir saat geçti. Gece 12 sularında aklımın içinde konut şirketinin web adresi tüm ayrıntıları ile belirdi, adeta bir ampül gibi yandı. Herşeyi düşünen sosyal devlet, o olmasa bile gelişmiş kollektif bilinç bu maduriyete izin veremezdi, vermemeliydi.

Evet haklıydım. Maduriyete geçit yoktu. Saat 1 sularında kapımı tesisatçı abi çaldı. CUMARTESİ GECESİ SAAT 01.00. Elindeki teknolojik alet ile sorunu gidermesi ve banyonun kaba temizliğini yapması yaklaşık 10 dakika sürdü. 40 dakika sonra yatağımda mışıl mışıl uyuyordum değerli kardeşlerim.

Ayrıntıları merak edenleriniz websitesindeki bu tabloyu inceleyebilir.

Sunday, October 11, 2009

Dügün

Arkadaşım Hans geçen yaz Japonya'da Japon bir kızla evlendi. Düğün videosundan elimle seçtiğim en güzel bu sahneyi sizlerle paylaşıyorum. Afiyet olsun.

DİKKAT! birazdan izleyeceğiniz görüntüler bazı bünyelerde kültür şok yaratabilir. Görüntülerdeki çok komik, bir o kadar da rahatsız edici ve uzun süren durumu bünyenizin kaldırmayacağını düşünüyorsanız lütfen ilk çıkıştan çıkınız.