Sunday, March 29, 2009

milli maç(lar)

Maç gazına geldim tabi. Evde limonlu romumu içtikten sonra bizim enişteylen puba maç seyretmeye aktık. Aynı saatlerde İsveç'in de maçı olduğu için multi-match bir mekana gittik. "Bak enişte" dedim, "bizde milli maç oldu mu kahvede herkes milli marşı hep bir ağızdan..." dememe kalmadan pubdaki herkes İsveç milli marşını okumaya başladı. Neyse sonra düdükler çalındı, İzlemeye başladık. Şimdi burda kahve raconu yok tabi her taraf mini-skirt,cleavage veya sırt dekoltesi.Olmaz. Dikkat dağılıyor. Sonra İsveç'te neden futbol gelişmiyor. Gelişmez tabi. Ağız tadıyla bi maç seyredemediğim gibi sikko bir golle de yenildik. Acım büyük.

Friday, March 27, 2009

İsveçlilerin en sikko olayı

İdda ediyorum. İsveçlilerin en sikko olayı "Hej" dir. Böle sikko bi kelime olabilir mi? Sorarım size. Merhaba--"Hej", Hoşçakal e o da "Hej". Bi de bazı varyasyonları var "hej hej" veya "hej då". Ama gelene heeey, gidene hey. Bide şöle bi salaklık var. Bizde biliyosunuz "hey" seslenme için kullanılır. Mesela otobüste şöför kapıyı açmayı unuttu devam ediyor. Sen mal gibi kaldın. "hey kaptan, unuttun bizi" dersin. Burdaki otobüste, o panik halinde refleksif olarak "hey öppna dörren" filan desen, kaptan "bilader tanışıyomuyuz?" gibi bakıcaktır muhtemelen. Bi de o isveçlinin "bilader tanışıyomuyuz?" veya "ne bu münasebet?" bakışları vardır ki, buzzzz kestirir. Bu tepkiye neden olacak ne yaptıysan hemen pişman olursun bi daha asla yapmazsın.

Sunday, March 22, 2009

kaave içtim

Hani kahvecinin önünden geçersin böle bi koku gelir. O kahve tozunu böle hapur hupur yemek istersin. Sonra özenirsin, hemen bi kahve içiyim dersin. Ama tadı kokusu gibi değildir. Su tadı olur böle. Bişiy eksik olur. Biz tabi memur çocuğuyuz. İstanbuldaki her kahve satan dükkanda kahve denemedim. Ama içtiklerim hep suydu hocam su. Ben kabul etmiştim artık. Kahve dediğin öle kafein işte kendini iyi hissetiriyor, uyanık tutuyor.
Bugün bi kahve içtim. Daha tadar tadmaz, "aman yarabbim!". Bu en baştan beri hayal ettiğim şey işte. Su tadı yok. Böle koyu kıvamlı ama asla acı değil. Haldır haldır aroma geliyor. Biz hiç yaşamamışız dedim.

Monday, March 9, 2009

Striptiz Klübü

Bugün şehir merkezinde, Hötorget ile Rådmansgatan arasında giderken aşağıdaki pickup'a benzer bi araç üstünde aleni bir şekilde bir striptiz klübünün reklamı yapılıyordu. Tabi bize ters olaylar bunlar. Normalde İsveç'te fuhuş yasalarla yasaklanmış. Özellikle fuhuş yapana değil de para vererek yaptırana ağır yaptırımları var. Ama tabi striptiz fuhuşa girmiyor. Bizde fuhuş yasaklansa tecavüz vakaları rekor kırar o yüzden aman diyim.

Sunday, March 8, 2009

Sıkılma eşiği teoremi

İnsan kendi hayatı söz konusu olduğunda olaylara yeterince objektif bakamıyor ve kendi sorunlarına sistematik çözümler getiremiyor. Belki getirenler GM ceo'su olup 1.5 milyon $ maaş alıyordur orasını bilemem. Şimdi, kişisel bir durumumlarım ilgili yaptığım saçma sapan değerlendirmeleri, bunlarla bağlantılı problemlere getirdiğim dayanaksız çözümleri ve bu çözümlerin hayata geçirilmesi akabinde yaşadığım hüsranı anlatmaya çalışacağım. Bu yazıyı "gurbette iletişim sıkıntıları" başlığı altında görmek isteyenleriniz olabilir; kapımız her türlü başlığa açıktır.

Eski zamanları düşünüyorum; adam gurbete gidiyor, bestekar-şair oluyor, acaip sıkılıyor, bunalıyor. Dil bilmiyor kimse ile konuşamıyor, deliriyor. Bizim almancılar gibi sülalecek gidip, tamamen izole bir sosyal ortamda yaşayan da var, ama bu konumuz değil.
Günümüze geliyorum. Şimdiki gurbetçilerin(her memleketten) çoğu ingilizce biliyor. "İletişim"in sadece yüzeydeki kısmını kullanarak hayatını her türlü devam ettirebiliyor. Şimdi bu ingilizce bilen, çoğunluğu öğrenci olan kalabalığa biraz odaklanmak istiyorum. Bu insanlar aralarında belli bir dil altkümesi oluşturmuş.Sınırlı sayıda kelime, bol bol ("it was like" ), gene sınırlı sayıda konu. O kadar sıkıcı bir dünya ki, o kadar sıkıcı bir small talk geleneği ki. Nefretimi kelimler ile anlatamam. İşte benim problemim de burda başlıyor.
Zaten bundan iki sene evvel mi neydi. Dedim ki kendime:"Bundan sonra yeni arkadaş edinemem herhalde buraya kadarmış." Çünkü birisi ile ilk tanışdığından samimi olmaya kadar geçen, beni kelimelerle ifade edilemeyecek sosyal kabuslara ve acılara gark eden o süreç giderek uzuyor. Tabi buraya gelme planları yaparken, bunları hiç düşünmemiş değerlendirmeye almamıştım. Bütün bunların üstüne bir de enternasyonel öğrenci kültürünün, yüzeysel iletişiminin üzerimde yarattığı kendini soyutlama duygusu eklenince, yanlızlığın tokadını tam suratımın ortasına yedim.

Bu soruna hemen dayanaksız objektiflikten uzak bir çözüm buldum tabi:

"Sıkılma Eşiği Teoremi"
Bu teoreme göre: Yeterince yanlız kalıp sıkılan, akıl sağlığı yeterince sağlam olan biri(ben) belli bir süreden sonra bu duruma alışacak,sosyal iletişimini en aza indirecek ve kendine yeni yeni eğlenceler bulacak, okuldaki performansını maximuma çıkaracaktı. Fazla sosyalleşmenin verdiği zaman azlığı, az sosyalleşmenin verdiği sıkıntı ve karamsarlık gibi engeller kalkacaktı.

Tabi ki yanılmıştım sayın dostlarım. 7 ay geçti sonuç mu? "Nooothiiiing". İnsan ne kadar sıkılırsa sıkılsın bunun sonu yok, bir eşiği yok.

Sosyal bir hayvandır hele benim gibi hiç birşeyin dozunu ayarlayamazsa hayvanoğlu hayvandır.