Saturday, November 29, 2008

Snus

Bu postda size, genelde iskandinav ülkelerinde yaygın olup bir İsveç icadı olan "Snus" isimli tütün ürününü tanıtacağım. Şimdi bildiğiniz gibi insanoğlu bu tütün denen mereti bin bir türlü tüketme yolunu bulmuş zamanında. Bizim normalde bildiğimiz yakıp dumanını içine çekmek veya kuru tütünü ağzımıza alıp çiğnemek. Peki Snus(Snüys diye telaffuz ediliyo)'un farkı nedir. Şimdi normalde tütün ürünleri- gerek amerikan çiğneme tütünü gerekse bildiğimiz sigara tütünü-"fire treated" yani ateşle pişirilen tütün çeşitleri. Fakat bu ürün biraz farklı. Su buharı ile pişiriliyor ve içine tuz ekleniyor. Dolayısı ile nemli bir tütün, +8 derecenin altında saklanması uygun yoksa bozuluyor hali ile.İskandinav ülkelerinde bu çok da zor bir iş değil.
Bir sürü çeşidi var tabi ki. Tütün,su ve tuzun yanı sıra farklı damak tatları için içine farklı baharatlar ekleniyor. Paketleniş çeşidi genel olarak şu şekilde oluyor. "Lös" denilen direk ıslak halde tütün tozu. Hafif macun kıvamında.Diğeri ise "Portion".Bunlar sallama çayların kağıdı gibi küçük paketlerde geliyor. Aynı malzeme fakat tütün parçacıkları farklı büyüklüklerde.

Nasıl kullanılıyor? Resimdeki arkadaşın yaptığı gibi üst dudağınızın içine sokuyorsunuz. Orda bir kaç dakika bekledikten sonra eğlence başlıyor. Direk kana karışıyor ve direk nikotini alıyorsunuz.

Bu meret sigaradan daha fazla nikotin içermekte. Bu da akıllara sağlıkla ilgili bazı sorunlar getirebilir. Fakat snus'un sigaradan çok çok daha az sağlığa zararlı olduğu söylenmekte. Detaylara girmicem. Merak eden kolayca internetten bilgi edinebilir.
Gerçekten tam bir İsveçli icadı diyebilirim. Kompakt kolay kullanışlı. Özellikle kapalı alanlarda sigara içilmesi yasaklanınca sigara tiryakileri tinerci gibi üşüye üşüye dışarda durmak zorunda kalıyor. Amerikan çiğneme tütünü gibi devamlı tükürmek de gerekmiyor. Hiç bir zahmeti yok diyebilirim.Bir de sigarayı akciğer problemleri yüzünden bırakmak isteyenler için birebir çözümdür. Ayrıca tadıda çok güzel yemek gibi aynı. Tütün veya kahve kokusunu duyunca hep yemek istemişimdir bunları. Artık yiyorum da.Konuyu daha fazla merak edenler aşağıdaki linkler bölümüne göz atabilir. Bir dahaki posta kadar esen kalınız.



Linkler:
http://www.swedishsnus.com/RW/start.asp
http://www.youtube.com/watch?v=8xjm9NNuuVU&eurl=http://www.swedish-snus.com/northerner/snus-videos.php&feature=player_embedded
http://www.youtube.com/watch?v=C_ngakDTIIA&eurl=http://www.swedish-snus.com/northerner/snus-videos.php&feature=player_embedded
http://www.youtube.com/watch?v=ISrITYNBhtg&eurl=http://www.swedish-snus.com/northerner/snus-videos.php&feature=player_embedded
http://www.youtube.com/watch?v=XOuohDCUxzw&eurl=http://www.swedish-snus.com/northerner/snus-videos.php&feature=player_embedded
http://www.youtube.com/watch?v=vF6GIZWGNZc&eurl=http://www.swedish-snus.com/northerner/snus-videos.php&feature=player_embedded

Friday, November 28, 2008

Münasebetsizlik, kültür şok?

...sonra kafa kafaya verdik düşünüyoruz. Herkesten bir fikir çıkıyor tabi. Herkesin belli sayıda
saçmalama hakkı olmalı. Var da. Saçmaladım. Normalde alışkınım, saçmalamamın hemen ardından
münasebetsizce, aşağılayıcı bi laf yemem lazım. Yok yemiyosun. Limitleri yeterince zorlamazsan kendine kötü bir şey söyletemiyorsun. Kültür şok benim için bu. Belli bir samimiyetten sonra münasebetsizlik gelir bizim oralarda. Enseye şaplak gelir. Burda gelmiyor. Bilemiyorum ne kadar bünyeme oturur bu. İnsan acımasızca eleştirilmeyince paranoyaya kapılıyo. Ulan ne zaman salağım ne zaman değilim. Yoksa hep mi salağım?Bünye alışkın olmadığı şeye paranoya semptomu gösteriyo.Alıştığım an faydasını göreceğime inanıyorum ama.

Okul

İsveç'çede "kul", "fun" yani eğlence demek. "Okul" dersen "not fun" demek. Arkadaşım Hans gmail etiketlerimde okul'u görünce anlamını sordu böylece ironiyi keşfetmiş bulunduk.

Thursday, November 27, 2008

Irkçılık-3(Hijyen)

Bu postda değineceğim konu hem tarihsel hem antropolojik hem de sosyolojik boyutları olan bir konu. Fikirlerimi beyan etmeden önce biraz araştırma yapayım dedim konu içinde kayboldum gerçekten. İşin ehli arkadaşlar okurlarsa ve bir yanlış görürlerse lütfen müdahele etsinler.

Şimdi hijyen olarak bildiğimiz tarihsel olay 20 yy. başlarından ortalarına kadar belirli bir kesime uygulanmış olan zorunlu sterilizasyon (kısırlaştırma) olarak bilinmekte. Kağıt üzerinde bu uygulama sadece mental ve fiziksel özürlü olan insanlara uygulanmış. Bununla ilgili bulabildiğim ilk yasa 1915 yılında çıkıyor. Bu yasanın emri şu: fiziksel ve mental özürlülerin evlilik yapıp döl üretmeleri yasaktır. Daha sonra 1930 lu yıllarda yasa genişletiliyor ve bu insanlar kısırlaştırılıyorlar(zorunlu veya gönüllü). Fakat biraz konun içine dalınca bu işin dallanıp budaklandığını da gördüm. 1922 yılında devlet Institute of Racial Biology adında bir enstitü kuruyor. Başında da
Herman Bernhard Lundborg var. Bu hijyen olayları olurken aynı zamanda kafatası bazlı genetik çalışmalar yürütülüyor. Zaten o zamanın Avrupası'nda ırkçılık malum almış başını gitmiş. Bu yüzden ister istemez bu sterilizasyon çalışmalarının, İsveç'in kuzeyinde yaşayan Saami denilen insan toplulukları gibi bazı kesimler üzerinde de uygulanmış olma olasılığından bahsediliyor. Aslında bu sterilizasyon uygulamalarının ırk din gözetmeksizin sadece mental ve fiziksel özürlüler üzerinde uygulanması 'welfare state' in oluşturulması açısından gerekli olduğu düşünülebilir. Hatta İsveç'in şimdiki toplumsal yapısının 'üstünlüğü' buna bağlanabilir bile. Lakin tarih gösteriyor ki insanları bir kere ayırmaya onları sınıflandırmaya başlandı mı bu hikayenin sonu gaz odalarında bitiyor. Malesef insanoğlunun karanlık tarafı en küçük bir fırsat buldu mu korkunç şeyler yapabiliyor. Neyse meraklı olanlar için birkaç link yapıştırıp bu postu da burda bitiriyorum.

http://www.thelocal.se/6041/20070109/

http://www.cairn.info/revue-annales-de-demographie-historique-2003-1-page-61.htm

Wednesday, November 26, 2008

Alakasız ama..-2



Farkettim ki blogumun konusunu çok sınırlamışım baştan. Ama dönüş yok artık. Bundan sonra her alakasız konuyu "Alakasız ama...-X" şeklindeki başlıklarla yazacam.

Fotoğraf hakkında ise yorum yapmıcam.

İsveç'te monopoller

İsveç'e daha ayak basmadan bu ülkede içki satışının devlet kontrolünde olduğunu bi şekilde duymuştum. Burda geçirdiğim 3 küsür aydan sonra bu monopolizasyonun sadece içki de olmadığını keşfettim. Bu bölümde 3 adet monopolden bahsedeceğim. Bunlar ilaç,kumar ve içki monopolleri.Sırayla


Çok akıllıca bence. İlaç satan tek bir firma ve tamamen kontrol altında. Ülke çapında nöbetçi mağzaları veya size yakın mağzaları internet sitesinden bulabiliyorsunuz. Ayrıca eczaneye gitmeden alacağınız ilacı siteden arattırabiliyorsunuz.



İsveçin kumar monopolü.Varolması zaten doğal. Bu monopol hakkında çok bilgim yok sadece duydum.



Hayatımı en çok etkileyen monopol. Systembolaget denilen mağzalar zinciri günün sadece belli saatlerinde açık. Bunlar da genelde iş saatleri. Akşam kafama esti iki bira çakıyım dersen çakamazsın. Önceden bira çakımlarını planlaman gerekmekte. Hele hafta sonu daha da beter. Saat 2-3 gibi kapanıyo bu meret. Fakat genele bakarsak faydaları saymakla bitmez tabi.

İsveçin EU'ya dahil olması ile beraber bu tip monopollerin durumu tartışılmaya başladı. Çünkü teorik olarak bu monopoller tarafından satılan mal ve hizmetler istenilen bir avrupa ülkesinden de satın alınabiliyor. Özellikle içki monopolü systembolaget üzerinde tartışmalar yoğun. Neyse lafı uzatmıcam. Systembolaget bir sunum hazırlamış bu konuyla ilgili. İngilizce. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Hem biçim hem içerik açısından çok başarılı. Ahanda link.

Monday, November 24, 2008

kar


Affınıza sığınıyorum ama anasının amı gibi kar yağdı sevgili dostlar. Hava -1 ila -5 arasında gidip gelmekte. Dün akşam fırtına da çıktı. Salak olduğum için mi, Stockholm belediyesine olan aşırı güvenimden mi yoksa karda kışta yürümeye üşenmemdenmi bilmiyorum ama tren+tabanway kombinasyonu yerine metro+otobüs kombinasyonunu bu karlı havada tercih ettim ve yolculuğumu 1 saat uzatmış oldum.Anladım ki kar her yerde trafik demek boktanlık demek.Ama burdaki trafik rezilliği İstanbul'dakinin eline su dökemez o ayrı. Beyaz ölüm valla, sevmiyorum pek.

Sunday, November 23, 2008

Bi yaşıma daha girdim.

Protestan hristiyan ülkelerde kadınlar gerçekten özgür yetiştiriliyor. Bugün Inter-Juventus maçını bir pubda izlemekten dönüyorum. Pendeltåg dedikleri banliyo treninden indim. Eve 10 dakika yürüme mesafem var. Daha istasyondan çıkar çıkmaz 4 adet kız gördüm yol kenarında. Bana bişiyler diyorlar. Anlamıyorum bacım dedim. Bu sefer ingilizce çabuk geç koş koş dediler. Sonradan uyandım arkadaşlarından biri "public urination" hazırlığı yapıyormuş meğersem. Şapkam ve elimle gözümü örterek sempati topladım ve yoluma hızlı adımlarla devam ettim.

Alakasız ama..

Yasin Koç'a teşekkür ediyorum. Krize kafayı takmıştım biraz, konuşuyoduk o sırada gönderiverdi. Abimiz komunist şirketlere örnek verirken şunu diyor:
"They carry their laptops to harry's garage.Here they arrive with Bermuda shorts on,with a Hawaiian shirt,with a frisbee, a dog and with enough marijuana to get through the day."
Alıntıyı merak uyandırması için postladım izleyin sonuna kadar diye...


Capitalism Hits the Fan: A Marxian View from UVC-TV 19 on Vimeo.

Saturday, November 22, 2008

Irkçılık-2

Biraz düşündüm. Türkiye'de tanık olduğumuz ırkçılık ile burayı bir karşılaştırdım. Tüm boyutları ile karşılaştırma yapmak biraz haksızlık olabilir en azından teknik açıdan biraz zor olabilir. Bir kere tecrübe farkı var.Bu yüzden özü tartışmak istiyorum. Mutlaka Türkiye'de çok daha vahim ve trajik sonuçları oluyordur. Ama dediğim gibi işin temeline inersek buradaki ırkçılık sorunu çok daha derin ve üstesinden gelinmesi zor bir konu. Bir önceki postda anlattım.

Bir örnek insan alalım elimize. Kendisi batılıdır,İsveç'lidir ve ırkçıdır. Fakat aynı zamanda eğitimlidir. Irkçılık refleksinin kendisine pragmatik açıdan çok zarar verdiğine karar verip bunu yenmeye çalışmaktadır. Fakat bu ırkçı arkadaşımızın "kurbanları" fiziksel açıdan çok belirgindir. Yani sokakta bir kara kafayı görür görmez ırkçı arkadaşımız aklından geçen düşüncelere hakim olamamaktadır. Çünkü gözle görülür bir farkı vardır.Bu nedendir? Tamamen yüzeysel ve bilimsel hiç bir kanıda dayanmadan söylüyorum: Burası tarihin yolgeçen hanlarından biri değildir. İnsanlar birbirine benzemektedir.Yabancılar son zamanlarda gelmişlerdir ve yeterince entegre olamamışlardır.Bu yüzden arkadaşımızın mantığı devreye girmeden beyni korkunç düşünceler ile dolmaktadır.

İkinci örnek insan benzer özellikler taşımaktadır.Türk'tür,ırkçıdır vs.dir. Sonradan öğrendiği milliyetçilik kavramı kafasını karıştırmıştır. (Daha önceki nesilden ataları ırkçılığı bilmezlerdi pek.) Bu arkadaşımız da bazı reflekslerini bastırmak istemektedir.Burda şunu belirmeliyim ikinci örnek insanımız az bulunan bir çeşittir.Bu idealizasyonu sadece karşılaştırma yapabilmek için veriyorum. Fakat bu arkadaşımız ırkçılık refleksini yenmekte İsveç'li emsali gibi zorluklarla karşılaşmamaktadır. Çünkü beyni ilk görüşte kime karşı ırkçılık refleksini göstereceğini bilememektedir. Nedendir?Çünkü bu arkadaşımızın dedesi,dedesinin dedesi de şimdinin ırkçılık kurbanlarının ecdadıyla birarada zaten yaşamışlardır. Evlenmişlerdir. Birbirine benzemişlerdir. Irkçımız bu arkadaşımıza memleketini sorup nüfus kağıdını zorla göstertmedikçe onun bir "diğerlerinden" olduğunu bilememektedir.Hatta bunu bilemediği zaman, belki de onunla arkadaş olup aslında bir çok yanlarının (fiziksel,sosyal vs.) benzeştiğini keşfedebilmektedir.

Şimdi söyleyiniz. Türkiye'nin ırkçıları, 2. örnek insanın aldığı kararları alsa. Ne kadar kolay olur değilmi. Uyanmak lazım. Gavurda bu bir hastalık, kurtulmaya çalışıyor. Biz hasta olmaya çalışıyoruz. Bağışıklığımız olmasına rağmen bu hastalığa.

Friday, November 21, 2008

Irkçılık

Bugüne kadar geçen zamandan ve bugün okuldan bazı insanlar ile yaptığım sohbetten sonra artık çok meraklı olduğum ırkçılık konusu hakkında bişeyler döktürebilirim sanırım. Tamamen kulaktan dolma bilgilerle edindiğim izlenimim şuydu buraya gelmeden önce:

İsveç'de ırkçılık vardır ama tamamen gizli kapaklıdır. İnsanların size bakışlarının arkasında saklıdır falandır filandır.

Yok öle değil. Çevremdeki insanlar hiç bir zaman ırkımla veya geldiğim ülke ile ilgilenmediler. Bir sürü insanla muhattab oldum veya muhattab olmak durumunda kaldım. Çok derinden gelen bi önyargı hissettim bazılarında ama şimdi lütfen eğri oturup doğru konuşmak lazım. Avrupa'nın ırkçılık karnesi ortada. Hala bir sürü münferit olay yaşanıyor Almanya'da, Fransa'da. Tarihten gelen bazı alışkanlıklar insanların zihnine kazınmış. Ama önemli olan niyet. İsveçli göstermiyo bunu. Sana azami saygıyı göstermeye çalışıyo. Fakat işin bir de öteki yüzü olduğunu bugün tek bir örnek ile görmüş bulundum.

Bir kaç dersi beraber aldığımız bir grup insan var okulda.Bu insanlar hep beraber takılıyor, bağıra bağıra sohbet ediyorlar. Yemekleri beraber yiyorlar. Devamlı bir şeylerden bahsediyorlar. Arada ingilizce konuşuyorlar filan. Hiç birisi "nordic" diye tabir edilen fiziksel özelliklere sahip değil. İşte bu insanların hepsi ile birden bugün konuşma fırsatım oldu ilk defa. 30 dk lık öğlen yemeğinde bir sürü şey anlattılar, gene bağıra bağıra tartıştılar. Şimdi anlattıklarına geçmeden önce, hepsinin etnik kökenini yazmak istiyorum buraya. En çok konuşanın ismi J.A. annesi babası türkiye'den ama türk değiller. Sanırım ortadoğu kökenliler. Kendisi Aramiac dilini bildiğini söyledi. Siyah tenli bir arkadaş. Diğerinin ailesi yine bizim Antep civarından göçme. Bu adam arap, ismi P. Diğer birinin ailesi ise İran'dan göçmüş. İsmi I. Şimdi bu 3 insanın ortak özelliği hepsinin isimleri hristiyan isimleri,hepsi İsveç'de doğmuş. Ve anadilleri İsveççe. Hikayeye tam da buradan dalmadan önce bir 4. kişiyi de olaya sokmak istiyorum. N. bu kişinin etnik kökeni hakkında tek bildiğim Avrupa kökenli olduğu, slav bir isme sahip olduğu,İngilizceyi gayet düzgün Amerikan aksanı ile konuştuğu. J'ye ilk sorum "abi bağışla beni isveççe filan bilmiyorum cahilliğime ver ama merak ediyorum: sizde aksan varmı yoksa normal isveçli gibi konuşuyomusunuz?Bunu niye soruyorum eğer aksanınız yoksa herhangi bi ayırımcılıkla karşılaştınız mı?" Abim açtı ağzını yumdu gözünü. İlkokul 7. sınıfta, burada iki ayrı sınıf oluşturuluyomuş. Birisi İsveççe'yi anadili gibi konuşanların olduğu sınıf, diğeri ise dili çatpat konuşabilen göçmenler sınıfı. Bunu belirlemek için de bir çeşit sınav yapıyorlarmış. İlk sınava girdiğinde bu gayet net 1. katagoride devam etmeye hak kazanmış. Öğretmenleri(burayı çok iyi hatırlıyorum diyor ve dudaklarını buruşturuyor.) J. ve diğer kara çocukları göstererek "sen sen sen bu sınıfa ait değilsiniz sizi burda istemiyorum" demiş. Bunları anlatırken nası nefret kustuğunu görmeliydiniz. Buraya 3 adet *** koyuyuorum yazımın sonunda bunu kullanıcam. Neyse bu itiraz ediyor ve tekrar sınava giriyor. Çok net hatırladığını belirterek 40 üstünden 40 aldığını söyledi. En yüksek alan yerli isveçli 32 almış. Nası hırs yaptırmışlar kızana(kızan:ege yöresinde çoluk çocuk) siz düşünün. Sonra hemen arkasından bir hikaye daha patlatıverdi. İlk senesiymiş KTH'de. Amfide ders alıyormuş. P. ile bu amfiden çıkarken,bir grup İsveçli kız çıkan herkesi sıradan partilerine davet ediyorlar. Bunlara sıra geliyor. Sessizlik.Sonra arkalarındakileri de davet ediyorlar. Bu zaten böle mayyak bi kişilik. gidiyor siz ırkçısınız diyor bağırıyor çağırıyor filan.Tam bu sırada N. geldi yemeği ile birlikte. Hemen J. 'i abartmakla suçladı ve kendisinin bu tip bir duruma hiç bir zaman rastgelmediğini filan söledi. Herneyse J.'de toparladı hemen bu ülkeyi çok seviyorum işte burası bir çok yerden iyi insanlar süper lıp lıp. Bu şahit olduğum konuşmalar ve yaşadıklarımdan anladığım şeyler:

-Ten rengi ayırımcılığın kolay yapılmasını sağlıyor. N. ve kendimin durumlarını böyle açıklayabiliyorum.
-İsveç'de eğitim ile bir sürü duygu davranışı törpülenmiş. (Sadece ırkçılık mevzusu değil.) Neden? Bunu İsveç'lilerin çok kullandığı ve kendilerini çok fazla tanımlayan bir kelime olarak gördükleri "lagom" da bulabiliriz. "Ne eksik ne fazla. Tam kararında."Mantıksız olan,işe yaramayan zararlı olan her türlü uç nokta bazı düzenlemelerle törpülenmiş. Bu insan davranışından,yasalara,elektrik tüketimi falan gibi şeylere kadar her şeyi kapsıyor. Ama her zaman istisnalar oluyor tabi. Ömrü boyunca J. belki bir kaç tane ayrımcılıkla karşılaştı ama devamlı hissediyor bu baskıyı. Çünkü törpülenmiş duygular bir şekilde hala orda var açıkta değil ama var. Açığa çıktığında ise nefret biriktiriyor kurbanın bünyesinde.Ama kurbanı da törpülüyor burdaki sistem. J. hiç bir zaman söylemiyor buradan nefret ediyorum diye. Ama işte bazen söylemesine gerek kalmıyor.*** Törpülenmiş duygular arasıra baş veriyor.Ve bu çocuklar hep beraber takılıyor,sarı kafalar hep bir mesafe koyuyor,tesadüf değil.

Giriş

Şimdi artık Kasım'ın 18'i oldu.3 ay olmuş buraya geleli. Artık kafamda burayla ilgili herşey netleşmeye başladı. Bu demek oluyor ki diğerleri ile bunları paylaşabilirim. Bunu neden yapıyorum?
1)Can sıkıntısı
2) Arkadaşların blogları var ben niye eksik kalıyım?
3)Buraya uzun süreli gelmeyi düşünen varsa belki en küçük faydayı bulup kullanır.

Hafızası zayıf olan bir kişiyim. Bir de kafam genelde karmakarışıktır. Bu yüzden bu zamana kadar oluşmuş izlenimlerimi kronolojik örneklerle buraya yazamağacağım.(Noter türkçesi) Ama bundan sonraki tarihlerde bloga devam etme dirayeti gösterebilirsem daha düzenli bir yapı oluşturabilirim.

Stockholm'e indiğim andan bu zamana kadar hayatıma en büyük etkilerden birini yapan şey bu şehrin dünyanın 4. pahalı şehri olması. Bu bilgiyi hafiften kolpa kokusu aldığım İsveç'de ingilizce yayın yapan bir websitesinden arakladım.(Ahanda Link) Gerçekten burda bir refah toplumu kurulmuş, gelir dağılımı görece olarak çok iyi sağlanmış. Bu genel refah da fiyatlara vurmuş. Bir de tarım ürünlerinin pek çeşitli olmaması özellikle taze tüketilen yiyecek fiyatlarını oldukça arttırıyor. Özellikle bir hizmet alıyorsanız dışarda yemek, musluk tamir ettirmek v.b. inanılmaz paralar ödüyorsunuz bu işin emekçilerine. Fakat belki bu nedenden belki de başka nedenlerden, herkes kendi işini kendi görebiliyor. Kimse ana-baba kuzusu değil burda. İnsanlar yemek yapabiliyor,elektrik tamiratı,musluk tamiratı yapabiliyor. İnsanların kişisel olarak gelişmişliklerine örnek vermek istiyorum. Efendim bir öğrenci kulübüne takılıyorum bizim okulda. İsmi RN(Radionämnden) Eventteknik. Öğrencilere ucuz,kullanışlı ses ve ışık sistemleri sağlamak ana amacı bu topluluğun. Anlatıyolar bilmem kaç yıl önce kurulduk. İşte bu amplileri biz yaptık. Yok bu sistemi biz kurduk. Atolyedeki alet edevatı görseniz. Her boku da bu öğrenciler kullanıyor. Dizayn yapım kalite kontrol. Gayet profesyonel ticari olarak satılan aletler kadar kullanışlı karmaşık elektronik aletleri yoktan var ediyorlar. Mesela bir kabin dizayn ediyor. Sadece tahta bir kutu yahu. Baktım bilgisayarda teknik çizimini yapıyor adam. Yuh dedim. Bütün öğrenci binasında ki küçük bir bina değil, bütün elektrik elektronik bakım onarım yapım hepsi bunlara ait. Yani toplamak gerekirse, bizim ülkeden rastgele 150 adam toplasan burdanda rastgele 5 tane, bi adaya koysan bunları, bu adamlar medeniyeti baştan kurarlar bizimkiler birbirleri ile kavga ederken.
Batı hayranlığından gerçekten tiksiniyorum. Ama bir de gerçekler var burda görüyorum. Böyle sorunların nasıl çözüleceği hakkında hiç bir fikrim yok. Ama bunları gördükçe şaşırıyorum, utanıyorum,boşa harcadığım Türkiye'deki çevremin boşa harcadığı enerjiye zamana üzülüyorum. Neyse bu böle uzar gider.
Biraz da şehir altyapısı ve toplumsal yaşamdan bahsetmek istiyorum. Bi kere ulaşım altyapısı çok düzenli. Günün her saatinde şehrin heryerine taksiye filan binmeden gidebiliyorsunuz. Özellikle gündüz saatlerinde ulaşım çok hızlı değil ama Istanbul ile kıyaslandığında hani gavurlar heartbeat derler ya öle. Telefonla konuşmak gelir düzeyi çok yüksek olmasına rağmen Türkiyete göre çok düşük. Keza internet de öle. Hem çok hızlı hem çok ucuz.
Neyse sıkıldım ve baymaya başladım. Kafamı toplayınca devam edicem.