Thursday, May 28, 2009

Norrlands Guld




"Kuzeyin Altını" veya "North Land's Gold" 60'larda piyasaya sürülen bir bira markası. Reklamlarında steryotipik kuzey insanı figürü kullanmışlar. Başrol karakterinin ismi Ingemar. Baya seri halinde reklamları var.Bir kaç tanesini şimdi yapıştırıyorum ve bizim Hans'dan aldığım tüyolar ile yorumluyorum. Daha fazlasını merak eden youtube'den filan "norrlands guld reklam" diye arattırabilir.

Bu en klasik reklam. Kahramanımız mal gibi oturmaktadır. Televizyonda Killer Instinct adlı metal grubunun haberi çıkar. Bu insanlar çok çılgın ve tehlikelidir. Sonra metal grubu kahramanımız ve mal arkadaşlarının takıldığı mekana gelirler ve bira içmek isterler. Biralardan sonra bi parça çalarlar. Fakat o da ne? Çaldıklar şey übergay yaşlı insan müziğidir. Biranın sloganı ise "aradabir kendin olmak istersen"dir.Dış ses de dahil insanların bayıklığına dikkat.

Kahramanımızın 9.sınıf reunion partisinde, arkadaşları ve ööle gibi oturmaktadırlar. İletişimi ise "hüüfşt" diyerek sağlamaktadırlar.

E frizbi ağaca takıldı,tabi ki sevişecekler. Konuşacak değiller ya?

Film bile çekmişler yahu.

Vee son olarak acaip komik bir video klip.

Friday, May 15, 2009

İsveç'te şişman olmak


Şişman olmak dünyanın her yerinde zor olsa gerek. İki dakka koşarsın nefesin kesilir, hiç bir elbise üzerinde durmaz çünkü adam tasarlarken normal insana göre tasarlamıştır v.s.
Sosyal açıdan zorlukları zaten bariz girmiyim oraya hiç. Lakin burda 2 kat zor.



Bakıyosun etrafına herkes geniş omuzlu uzun boylu, kırmızı yanaklı, uzun bacaklı, gençlerle dolu. Yüzü gözü saçından sağlık fışkırıyo yahu. Beni al, bir de burdan bir sarı pipi isveçliyi yar içimizi güzel, buğulama yap : valla kendi etimi yemem isveçli dururken. Ne de olsa EU onaylı TSE damgalıya benzemez. Çocukluktan itibaren yediği içtiği şeyler, soluduğu hava, aldığı ilaçlar, hiç doğru düzgün yaşamadığı stres bunda etken. 18 yaşından önce %3.5 alkollü sahte bira, ve nihayet 20 yaşından sonra içki içme hakkına sahipler. Polis sokaklarda içki içmeye çalışan gençleri avlıyor Stockholm gecelerinde. Bir de bu gençlerin içkiye ulaşması da bayağı bi zor. Heryerde kimlik soruyorlar,systembolaget'in hele kapısından giremezler. Sigara zaten pek yaygın değil. Hepsi domuz gibi bunların. Sapasağlam. E sağlık da insanın dışına vuruyor.
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdulrahman Çelebi derlermiş. Amerika'ya gidicem ben. Kendim gibilerin arasına.

Sunday, May 10, 2009

Välkommen till Sverige

Sonunda buranın en çirkin yüzünü de görmüş oldum. Olayı anlatacam fazla da yorum yapmıcam çünkü sinir ve gerginliğimi hala üzerimden atamadım. Ayda yılda bir dışarı çıkalım dedim, daha önce bölümden tanıştığım alman bir çocuğun tayfası ile dışarı çıktık. Alman,fransız,isveç,türk ortak yapımı bir kadro. Gerçekten iyi tanıdığım kimse yok ortamda. İlk önce hayvanlar gibi içildi tabi ondan sonra dışarı biryerlere normal olarak. Çok barışçıl taşkınlık yapmayan dam-sap dengesi sağlanmış çok süper bir topluluk. Neyse içeri girdik. Zaten burda bara pavyona girince bizim ayyıldızlı ehliyetler direk dikkatleri çekiyor. O konuda yapacak bişiy yok, ama aldılar içeri. Giriş paralarımızı da paşa paşa ödedikten sonra. Hemen bir içki aldı herkes. Bi yere geçildi. İnceden tepinme ile karışık muhabbet vs. Beni bilenler gürültülü ve karanlık ortamlarda nasıl mala bağladığımı da çok iyi bilirler. Hemen mala bağladım öle duruyorum arada milletle konuşuyorum. Biram biter bitmez hiç yoktan nerden geldiğini bile görmediğim bir güvenlik beni dışarı davet etti. Ben de tamam gelelim dedim. Sanıyorum ki bişiyler soracaklar veya bişiy düşürdüm onu verecekler filan. Dışarı çıktık. "You're too drunk to be here" dedi adam arkasını döndü gidiyo. İşte o an hissettiklerim, yabancı olmak,öteki olmak "invandrare" olmak hiç bir şey yapamamak.
Bir araba laf ettim ama neye yarar. Polis çağırmaya çalıştım polis tabi ki sikine takmadı. Suçum sadece mala bağlamak dostlar. Bu kadar. Gerçekten de sarhoş olduğum için sinirlendim, sinirli olduğum için de bunun sadece yabancılara yapılan bir muamele olduğunu düşündüm. Sonra sakin kafayla düşünüp bi kaç kişi ile konuşunca bunun tek neden olmadığına ikna oldum. Mutlaka yabancı olmam en azından benim için çok büyük handikap. İsveç'li olsam cıngar veya kavga çıkarabilirdim en azından. Beni asıl şaşırtan ise bir çoğu ile o gün tanışdığım insanların hepsinin (yaklaşık 10 kişi) benimle beraber çıkmaları benim adıma güvenliklerle tartışmaları oldu. Hiç tereddüt etmediler. Sonra beni teselli etmeye çalıştılar. Neyse ordan çıktık başka yere gittik yine ay-yıldız problemi oldu kapıda ama hallettik sonra. Öyle böyle derken gün ışıdı dediğime bakma saat 3 daha.
Sabah 6'da, geldiğimiz yere döndük.Sonra ikinci bir gaz dalgası ile hadi göle gidelim oldu. Son gaz dalgası gerçekten beni hayretler içinde bıraktı. Hava yaklaşık 7-8 derece. Su baya soğuk. İşte o andan görüntüler.


Ha bi de yazmayı unutuum, sabah dönüşte tren beklerken oturarak, başımla dizlerim arasına kollarımı sütün gibi kullanarak dinlenirken uyuya kaldım ve treni kaçırdım. Ayakta uyudum da diyebiliriz.

Monday, May 4, 2009

Hesap lütfen



Kadın ile erkek arasında yazılı olmayan bir hesap ödeme anlaşması vardır malumunuz. Bizde veya Birleşik Devletler'deki gibi erkek egemen topluluklarda hesabı erkek öder. Bir de alman usulü var biliyosunuz. İsveç'te de alman usulü hakim. Şimdi bunun nedenlerine bakarsak: Tabi ki kim çalışıp para kazanıyorsa o öder, İsveç gibi kadın işgücünün çok yüksek olduğu yerlerde her iki taraf da öder. Bu işin ilginç olmayan tarafı.
Asıl benim aklıma daha ilginç bir tespit geldi onu paylaşmak isiyorum. Şimdi erkek ne alır üstüne başına? İki t-shirt veya gömlek, pantolon v.s. En fazla bi de jöle alır bitti. Ya kadın? Bir akşam bir randevuya çıkacak mesela, binbir türlü kozmetik ürünü, takı, kıyafet vs. Şimdi düşündüm de bu yazılı olmayan "hesap ödeme anlaşması" işbu sebepten bu şekli almış olabilir. Randevu ve sonrasının kalitesini yükseltmek için kadının yaptığı ekstra harcamanın bir şekilde karşı tarafa da yansıtılması doğal olacaktır. Eğer erkek herşeyin eşit olmasını istiyosa hesabı ödeyecek arkadaş. Ama tabi günümüzde işler biraz farklı işliyo. Artık bazı erkeklerin de yüz bakım ürünleri, gym-solaryum v.s.gibi masrafları var.O bazı erkekler için alman usulü yapmak hakkaniyetli olabilir.
Yani sonuç olarak bi jean bi t-shirt randevuya gideceksen, hesabı sen ödücen arkadaş. Yok, sen kadınla bakımlı olma yarışına girmişsen o zaman alman usulü devreye girecek.

Monday, April 27, 2009

Saturday, April 25, 2009

yoga

Yediğim çok miktarda yağlı et ve et ürünleri, hareket etmeyip bilgisayar başında geçirdiğim onca zaman, aldığım çok miktarda nikotinin bana nefes darlığı,meme,göbek,göt ve ruhsal sıkıntı olarak geri döndüğünün en sonunda farkına vardım. Ve sonunda SATS isimli sağlık kulübünün yaptığı kampanyayı da fırsat bilerek bu gidişe bir dur demeye karar verdim. Bizim boktan ve ter-taşşak kokan spor salonları yüzünden soğuduğum indoor spor aktivitelerine yeniden ısınıyor gibiyim. Tesisler süper. Tasvire girmicem. Hemen kişisel antrenörüm teşisi koydu. Çok bilgisayar başında oturmuşum o yüzden kol kaslarımı bağlayan bişiyler kısamıymış neymiş. O yüzden ne hareket yapsam süper güçlü kol kaslarım devreye girip torso bölümündeki kaslara çalışma izni vermiyomuş. Bu bağlantıları uzatmak için devamlı esneme hareketleri yapmam gerekiyomuş. Bunun en iyi yolu da yogaymış meğersem. Kendisi yoga yapmam konusunda çok ısrarcı oldu. Ama bir taraftan delikanlılık, bunca yıldır yoga yapanlarla taşşak geçmiş olma durumu beni bir çıkmaza sürükledi. Yoga'ya başlamalımıydım? Soruyorum sana ne diyon?
Napıyım?

Yoga'ya başlıyım mı?


Wednesday, April 22, 2009

Her tarafım nasıl ağrıyo.


Burdaki halısaha kültürü biraz değişik bizimkinden. Halı saha kültürü derken illa oyunun halısahada oynanması şart değil. Biz çimde oynadık mesela. Ama bahsettiğim şey, kasap manav bi araya gelip kaleci sorunun rotasyonla çözüldüğü maçlar var ya işte o. Kaleci rotasyonunun evrensel olduğunu teyid etmek için dünyanın diğer uçlarındaki arkadaşların mesajlarını bekliyorum. Herkesin forvet olması durumu burda da varlığını sürdürmekte. Ben bile 2 gol atıım 3 gol kaçırdım lan var mı ötesi. Gelelim farklara. Bi kere 70 yaşında dede veya 12 yaşında çocuk da oynayabiliyor burda. Bir gerginlik olmuyor. Kimse bana pas ver lan diye üzerinde baskı kurmuyor. İstediğin kadar sıçabilirsin. Tabi bu hırs ve baskı eksikliği daha sakin bir futbola yol açıyor fakat herkes zevk alabiliyor.
Bi tane filistinli göbekli abim vardı. Ahmet. Karşı takımdan. Bi o hırslı. Zaten gol kralı oldu herif. Gözleri nası döndürüyo. Omuzlar tekmeler. Ona buna küfürler. Dedim türkiyede oyanayaydın sen,ahk ulan ahk.
Ha bi de maç 2 saatten fazla sürdü. Hiç durmadan oynadık hava 3 derece tabi durursan başlarsın titremeye. Sonuçta bir seneden fazladır böyle zulüm görmeyen vücudum iflas etti. Tek parça odun gibiyim şuan.