Sunday, March 22, 2009

kaave içtim

Hani kahvecinin önünden geçersin böle bi koku gelir. O kahve tozunu böle hapur hupur yemek istersin. Sonra özenirsin, hemen bi kahve içiyim dersin. Ama tadı kokusu gibi değildir. Su tadı olur böle. Bişiy eksik olur. Biz tabi memur çocuğuyuz. İstanbuldaki her kahve satan dükkanda kahve denemedim. Ama içtiklerim hep suydu hocam su. Ben kabul etmiştim artık. Kahve dediğin öle kafein işte kendini iyi hissetiriyor, uyanık tutuyor.
Bugün bi kahve içtim. Daha tadar tadmaz, "aman yarabbim!". Bu en baştan beri hayal ettiğim şey işte. Su tadı yok. Böle koyu kıvamlı ama asla acı değil. Haldır haldır aroma geliyor. Biz hiç yaşamamışız dedim.

Monday, March 9, 2009

Striptiz Klübü

Bugün şehir merkezinde, Hötorget ile Rådmansgatan arasında giderken aşağıdaki pickup'a benzer bi araç üstünde aleni bir şekilde bir striptiz klübünün reklamı yapılıyordu. Tabi bize ters olaylar bunlar. Normalde İsveç'te fuhuş yasalarla yasaklanmış. Özellikle fuhuş yapana değil de para vererek yaptırana ağır yaptırımları var. Ama tabi striptiz fuhuşa girmiyor. Bizde fuhuş yasaklansa tecavüz vakaları rekor kırar o yüzden aman diyim.

Sunday, March 8, 2009

Sıkılma eşiği teoremi

İnsan kendi hayatı söz konusu olduğunda olaylara yeterince objektif bakamıyor ve kendi sorunlarına sistematik çözümler getiremiyor. Belki getirenler GM ceo'su olup 1.5 milyon $ maaş alıyordur orasını bilemem. Şimdi, kişisel bir durumumlarım ilgili yaptığım saçma sapan değerlendirmeleri, bunlarla bağlantılı problemlere getirdiğim dayanaksız çözümleri ve bu çözümlerin hayata geçirilmesi akabinde yaşadığım hüsranı anlatmaya çalışacağım. Bu yazıyı "gurbette iletişim sıkıntıları" başlığı altında görmek isteyenleriniz olabilir; kapımız her türlü başlığa açıktır.

Eski zamanları düşünüyorum; adam gurbete gidiyor, bestekar-şair oluyor, acaip sıkılıyor, bunalıyor. Dil bilmiyor kimse ile konuşamıyor, deliriyor. Bizim almancılar gibi sülalecek gidip, tamamen izole bir sosyal ortamda yaşayan da var, ama bu konumuz değil.
Günümüze geliyorum. Şimdiki gurbetçilerin(her memleketten) çoğu ingilizce biliyor. "İletişim"in sadece yüzeydeki kısmını kullanarak hayatını her türlü devam ettirebiliyor. Şimdi bu ingilizce bilen, çoğunluğu öğrenci olan kalabalığa biraz odaklanmak istiyorum. Bu insanlar aralarında belli bir dil altkümesi oluşturmuş.Sınırlı sayıda kelime, bol bol ("it was like" ), gene sınırlı sayıda konu. O kadar sıkıcı bir dünya ki, o kadar sıkıcı bir small talk geleneği ki. Nefretimi kelimler ile anlatamam. İşte benim problemim de burda başlıyor.
Zaten bundan iki sene evvel mi neydi. Dedim ki kendime:"Bundan sonra yeni arkadaş edinemem herhalde buraya kadarmış." Çünkü birisi ile ilk tanışdığından samimi olmaya kadar geçen, beni kelimelerle ifade edilemeyecek sosyal kabuslara ve acılara gark eden o süreç giderek uzuyor. Tabi buraya gelme planları yaparken, bunları hiç düşünmemiş değerlendirmeye almamıştım. Bütün bunların üstüne bir de enternasyonel öğrenci kültürünün, yüzeysel iletişiminin üzerimde yarattığı kendini soyutlama duygusu eklenince, yanlızlığın tokadını tam suratımın ortasına yedim.

Bu soruna hemen dayanaksız objektiflikten uzak bir çözüm buldum tabi:

"Sıkılma Eşiği Teoremi"
Bu teoreme göre: Yeterince yanlız kalıp sıkılan, akıl sağlığı yeterince sağlam olan biri(ben) belli bir süreden sonra bu duruma alışacak,sosyal iletişimini en aza indirecek ve kendine yeni yeni eğlenceler bulacak, okuldaki performansını maximuma çıkaracaktı. Fazla sosyalleşmenin verdiği zaman azlığı, az sosyalleşmenin verdiği sıkıntı ve karamsarlık gibi engeller kalkacaktı.

Tabi ki yanılmıştım sayın dostlarım. 7 ay geçti sonuç mu? "Nooothiiiing". İnsan ne kadar sıkılırsa sıkılsın bunun sonu yok, bir eşiği yok.

Sosyal bir hayvandır hele benim gibi hiç birşeyin dozunu ayarlayamazsa hayvanoğlu hayvandır.

Thursday, February 19, 2009

Sunday, February 15, 2009

Olağan bi haftasonu

Yine bir haftasonunu daha evde geçirdim.Ev arkadaşımın uranyum terbiyeli kobalt 60 buğulama yaptığından şüpheleniyorum. Bütün ev radyoloji servisi gibi koktu.
Bu 2 gün boyunca değerli bir arkadaşın öve öve biteremediği True Blood isimli TV yapımını izleyip yine ödevimi pazar akşamı son dakikada bitirdim. Diziden koptuğum nokta karakterlerden birinin shape-shifter diye bişiy çıktığı yerdi. Vampir falan bi yere kadar da ondan sonrası beni bozuyo. Başroldeki kızın amcası network president sanırım. Fiziksel güzelliği bu kadar ön plana çıkaran bir camianın yapımında, bu kadar çok sayıda taş gibi oğlan ve kızın arasında nasıl başrol kapmış bu kız hayret ettim. Özellikle makyaj yaptığı zaman acı çektim. Hayır bence zaten çirkin güzel karıştırsınlar.Hatta herkes çirkin olsun (En sevdiğim TV yapımı Seinfel'dir). Ama herkes taş olup başrol ucube olunca rahatsızlık verdi. Bir de amerikan dizilerindeki hurafe, kadercilik, boş umut verme, ve maçoluk beni bitiriyo. "Protect,security,everything's gonna be OK" keywordleri, mesela John Locke'un hiç bir dayanağı olmadan tamamen bazı hurafelere dayanarak aldığı kararlar v.s. bitirdi beni bitirdi.
Geçen hafta içi kendimden nefret ettiğim bir an yaşadım.İngilizce konuşulan bir akademik ortamda bir "That's what she said" espirisi yaptım. İstemeden yaptım. Gerçekten istemeden oldu. Bi daha yapmıcam.Yaparsam dilim kopsun.

Wednesday, February 11, 2009

SFI-1

Bu göçmenler için İsveççe beklediğimden daha iyi çıktı. Meğersem sınıflandırma varmış. Okumuş yazmış gençleri bi yere toplamışlar. Direk bizi hızlı programdan başlatıyolarmış.Her işte olduğu gibi bu iştede de plan program tam. 3 buçuk saat tamamen bundan sonra neler olacağını nasıl bir yol izleneceğini anlatarak ve tanışma faslı ile geçti. Öyle detaylı. Talep de çok fazla. Sınıfta nefes alınmıyor fakat düzelteceklerini söylediler, görecez. Sıra arkadaşım bir ingiliz. Çok şanslıyım. Anadili ingilizce olan biriyle konuşmak gerçekten çok rahat ve de zevkli oluyo. Öle takılıp mal gibi kalmıyosun. Birden kendini bir filmin, bir dizinin içinde buluyosun ve yardırıyosun. Neyse. Kursu yunanlılar basmış valla. Hintliler ve yunanlılar domine ediyorlar.Alexanderakis yok efenim Yardarakis.Bence sonu "kis" ile biten isimler çok komik. Bir tek Türk ben olmayacaktım tabi ki. DTO(Dünya Türk Olsun) sloganı her geçen gün daha olabilirmiş gibi geliyor. Neyse çocuk tam bir macerayı seven adam çıktı. Adam internetten bi isveçli kız buluyo. Buranın bir yasasından faydalanarak vize alıyo ve geliyo. Sonra daha ilk ay kebapçıda iş buluyo falan filan. Aslında klasik hikaye de, kanlı canlı örneği olunca bana ilginç geldi. Daha yazacaktım ama,hasta oluyorum takatim yok.Devam edecek....

Wednesday, February 4, 2009

Alakasız ama...-3 -Ben nasıl bir gerizekalıyım?-(Akrostij şiir)

Ne oldu oldu, aldım bir gün bir usb sabit disk
Aldım ama biliyorum bu bir risk
Sallarsın, düşürürsün sıçar
Islanırsa hele tam göte kaçar
Lakin bunların hiç biri olmadı

Bile bile bunları kopyaladım hayatımı bu diske
İstedim ki herşey yerli yerinde olsun,hepsi bir deste
Risk alırım bilirsiniz a dostlar

Gelmiş geçmiş tüm müzik kayıtlarım
Eserlerim, ayıplarım
Resimlerim programlarım
İşte hepsi bu diskte
Zekamdan şüphem her geçen gün artıyor
Evvelde yaptığım mallıklar bin, binbeşyüz buluyor
Kah format at, kah partition değiştir
Ama hepsi evvelde bir şekilde kurtuluyor
Lan oğlum, üzerimde nasıl bir oyun oynanıyor
Islak odunla dövmeli beni beni
Yaptığım bu son sıçıştan ötürü
Irmak gibi, sel gibi gözlerim yaşlı; silindi herşey eski yeni
Mallık parayla olsa iyiymiş a dostlar.
?